“Kastamonu’da Ne Yenir?” yahut “Kastamonu lezzet durakları” listeleri hemen her yerde karşımıza çıkar. Ben de Küre’den İnebolu’ya, Tosya’dan Daday’a uzanan bir liste ile en sevdiğim, Kastamonu’da öğretmenken yahut sonrasında yolum düştüğünde gün boyu ne yiyebileceğimizi iki günlük ziyaretimi örnek alarak yazacağım. Çocukluğumdan beri Tosya’ya giderim. Babamın işi dolayısıyla benim yaşımdan eskiye dayanan aile dostluklarımız kurulmuştur...
Öğretmen olarak üç yıl çalıştığım Kastamonu, Küre’den tayin olalı üç sene olmuş. Şu cümleyi kurmadan geçmeyeyim: Zaman su gibi akıp gidiyor. İnsan bazen bir şehri, mekânı geride bırakırken anılarıyla, duygularıyla orada kalmaya devam ediyor. Yıllar sonraki dönüşünde, yeniden karşılaşmasında fark ediyor insan bu aidiyeti. Yahut şöyle ifade edeyim… “Ben buradan tam olarak gidememişim” duygusunu. Samsun’dan...
Bir bahar sabahının serinliğinde gözlerimi açıp çadırımın penceresinden göğü izlemeyi, dokunup geçen sabah esintisinde ateşimi yakıp kahvaltımı etmeyi severim ancak kardeşim Furkan “hadi karda kahvaltı yapalım,” deyince geri çeviremedim. Sırt çantalarımızı toplayıp sabahın ilk aydınlığında yola düştük. Birkaç yer üzerinde dursak da rotamızı Ormanya’ya çevirdik. Bana kalırsa Kocaeli’nin iki büyük marka projesinden biri Ormanya. Diğeri...
Yazma, günlük tutma, anıları kaleme alma bahsini önemsiyorum. Eli kalem tutan herkes kendi gözünden yaşamını, yaşadığı sokağı, mahalleyi, şehri, bir arada olduğu insanları edebî değeri olsun yahut olmasın, muhakkak yazmalı. Düşünün ki bir sokak başında dükkanı olan bakkal esnafı yazmaya başlasa olanı biteni, bir sokağın hafızası olur kaleme aldıkları. Bizde anı yazma işleri genellikle “devletlülere”...
Kaweco dolma kalemler ile tanışalı çok zaman olmadı. Esasında cüsseli kalemleri kullanmaktan keyif alıyorum ama Kaweco ile yolum o kadar çok kesişti ki kayıtsız kalamadım ve bordo renkli bir Kaweco Sport edindim. O bir kalemden sonra bir de pirinç kalemini; Kaweco Brass’ı aldım. Bu kadarı benim için yeterli, dedim. Belli ki yeterli değilmiş… Galen Leather’ı...
Galen Leather ile tanıştığımda kış boyu kar altında kalan, karın yağmayı bilip, kalkmayı bilmediği bir dağ kasabasında, Kastamonu’nun Küre ilçesinde öğretmendim. Her gününü özlediğim Küre günlerimde bir meşgale edinmiş, “bir öğretmenin muhakkak dolma kalemi olmalı,” düşüncesiyle dolma kalemlere merak sarmıştım. Tabi meselenin kalemle bitmeyeceğini anlamam uzun sürmedi. Mürekkepler, kalemlikler… Genişledikçe genişledi ilgi alanım. İşte o...
“Dolmakalemle yazmak, evvelâ bir tutkudur. Tutku ile hırsı birbiriyle karıştıranlar var. Hemen ayıralım: Tutku kalpten, hırs akıldan gelir. Dolmakalem, titizliği de beraberinde getirir. Dikkatin yanına rikkati ekler. Harfler nefes alır, adeta canlanır. Tükenmez kalem icat edilince dolmakalemin tahtı biraz sallanıyor. Sonuç? ‘Beyler daim bey olur.'” İbrahim Tenekeci Geldik Sayılır kitabından.
Eskiler hep anlatmışlar askere gittiklerinde yıllarca dönemediklerini. Doğrudan dinleme imkanım olmadı ama dilden dile aktarılan hikayeler çokça kulağıma çalındı. Kurtuluş Savaşımız zaferle sonuçlanıp devlet kurulunca, ikinci dünya savaşına da girmeyince yıllarca dönülenemeyen, çoğu zaman gidenin gelmediği askerlikler de yavaş yavaş belli bir düzene oturtulmuş. Gidenin gelmediği askerlik anlatımlarından beni Ersizlerderelilerinki etkiler en çok. Düşünün ki...
Dolma kalemler ve yazı araçlarıyla alakalı röportajları, denemeleri, anıları okurken illâ değinilen bir başlık vardır: Dolma kalem yahut kırtasiye merakı nerede başladı? Bu soruyu ben de kendime sordum. Kırtasiye merakım nerede, nasıl başladı ve nasıl dolma kaleme yöneldi? Olabildiğince geçmişe gidip en eski anıyı çekip çıkarmak istiyorum ama zorlanıyorum. Oldum olası kırtasiye merakım olmuştur ama...