Ula ile Ûlâ Arasında: Bir Seslenişin Hikâyesi

Yayla rüzgârının savurduğu bir seslenişle başlar: “Ula!”
Bir Karadeniz sabahında, sislerin ardından yankılanan bu kelime, belki de yüzlerce yıldır aynı duyguyla söyleniyor. Ama aynı sesin farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda bambaşka anlamlara bürünerek karşımıza çıkması, Türkçenin zenginliği kadar kültürümüzün de çok sesliliğini gösteriyor. Bu yazıda yöreden yöreye farklı telaffuz edilen ve her telaffuzda farklı bir anlama kavuşan “ula”, “ulâ” ve “ûlâ” kelimeleri üzerinden seslenmenin ve bir kelimenin, seslenişin bir bölgeyle özdeşleşmesini irdeleyeceğiz.

Ula: Yayladan Yükselen Ses

Trabzon ve Rize başta olmak üzere Doğu Karadeniz’in kıyı ve yayla köylerinde “ula” kelimesi en sık duyabileceğiniz hitap ifadesidir.
“Ula uşak!”
“Ula!”
Bu kullanım, sadece bir seslenme değil; aidiyetin, samimiyetin, hatta bir miktar öfkenin ve hayretin de taşıyıcısıdır. Sondaki “a”anın kısa yahut uzun söylenişine göre anlam kazanır.
Tıpkı bir ağızdan değil de, bir dağdan gelen ses gibidir. Güçlüdür ama saldırgan değildir. Yerel ağızla birleştiğinde, “ula” bir kelimeden öte, bir duygunun dili olur.

Doğu Karadeniz insanı için “ula”, tıpkı çayın demli hali gibidir: kısa, güçlü ve içten.

Ulâ: Ağızdan Edebiyata Geçen Tını

“Ula” kelimesinin kimi zaman daha yumuşatılmış ve melodik haliyle karşımıza çıkan biçimi “ulâ”, genellikle halk hikâyelerinde, ağıt ve türkü sözlerinde yer alır.

Bu söyleyiş biçimi, daha uysal gelebilir kulağınıza. Ancak yine de temkinli olmanızda fayda vardır.
A harfini incelttiğimizde ağızdan çıkan bir ünlem olmaktan çok; özlemin, hüznün sesi hâline gelir “ulâ.”

Ûlâ: En Önde Gelen

Ve son olarak karşımıza çıkan “ûlâ”, Osmanlı Türkçesinin sahasına ait bir kelime olarak hayat bulur.
Arapça kökenli olan bu kelime, klasik metinlerde ve dini kaynaklarda sıklıkla geçer.
Anlamı: en öndeki, ilk sıradaki, daha layık olan.

  • “Ûlâ-yı fazilet” → Faziletin en üst mertebesindeki kişi
  • “Ûlâ-yı himmet” → Gayreti ve çabası en çok olanlar

Bu kelime artık bir ünlem değil; bir konum, bir itibar, bir seviye belirtir.
“Ula” bir seslenmeyse, “ûlâ” bir tanımdır.
Biri dağlı, diğeri saraylıdır.

Aynı Ses, Farklı Yükler

İşin ilginç tarafı, üç kelimenin de kökü benzer seslerden oluşmasına rağmen yükledikleri anlamlar, taşıdıkları kültürel bağlamlar ve çağrıştırdıkları kimlikler birbirinden çok farklıdır.

BiçimAnlamBağlamEtki
UlaHitap, seslenişKaradeniz ağızlarıSamimi, yerel
UlâVurgulu seslenme, nostaljiHalk edebiyatıDuygusal, şiirsel
ÛlâÖncelik, üstünlükKlasik dil, ArapçaResmî, saygılı

Kelimelerle Kurulan Köprüler

Dil, sadece iletişim değil, aynı zamanda mekân ve zaman arasında kurulan köprülerdir.
“Ula”yı bir yayla köyünde duyarız,
“Ulâ”yı bir kavalın ucunda içli bir ezgide hissederiz,
“Ûlâ”yı ise belki bir metnin satır arasında.

Bu üç kelime, aynı sesin üç ayrı anlam yüklenmiş hali olarak, Türkçenin zenginliğini ifade etmiyor mu?

Ekmek Teknesi dizisindeki Heredot Cevdet sahnelerinde “iyi de aga, kafama bir şey takıldı,” diyen karakter gibi, ula, ulâ ve ûlâ da epeydir benim aklıma takılmıştı. Kelimelerle boğuşmak olmaz dedim ve lügât açtım. Bir miktar kitap kapağı açıverince mesele aydınlığa kavuştu.

Aklımıza takılan başka bir mevzunun ardına düşebiliriz.


Okuma Önerileri

  • Karadeniz Ağızları Üzerine Sözlü Dil İncelemeleri – Prof. Dr. Mehmet Ölmez
  • Divan Şiirinde Arapça Kökenli Sıfatlar – Doç. Dr. Asuman Belen
  • Türk Halk Edebiyatında Seslenme Biçimleri – İsmail Dursunoğlu
  • Osmanlıca-Türkçe Lügat (Şemseddin Sâmi)
  • Halk Şiiri Antolojisi – Cahit Öztelli

kemençe horon ula ulâ ûlâ

Leave a Reply