Karadeniz’de deniz kamplarını seviyorum. Önümüzde deniz, ardımızda orman, keyfimiz de ziyadesiyle yerinde oluyor. Çoğu zaman yola çıktıktan sonra karar veriyoruz çadırımızı nereye atacağımıza.
Geçtiğimiz günlerde belki de bu senenin son deniz kenarı kampını yapmak için Furkan’la yola çıktık. Sonbaharda göl kenarı yahut orman içi kampları olur. Ağır kış şartlarında kamp yapmaya ise ekipmanlar müsade etmiyor.
Şuraya mı buraya mı derken Kandıra, Pembe Kayalar’a attık kendimizi. Yaz boyu sahile demir atmış bir karavan olurdu ama gitmişler. Halbuki tuttukları balıkları bizimle paylaşır, uzaktan uzağa hoş sohbetler ederdik. Gitmişler ama arkalarında kocaman bir esnaf şemsiyesi ve birtakım eşyaları bırakarak. Bir de halat çekmişler. “Ansızın dönebiliriz!”
O halatın yanıbaşına, denize bir iki metre mesafede kurduk çadırlarımızı. Bende Arpenaz 3 çadır var, Furkan’da ise Walmart’tan alınmış bir çadır. Üzerimize de Decathlon gölgelikleri çektik.
Deniz çarşaf gibiydi. Pek Karadeniz’lik değil böylesi…
Derken, bir saat içerisinde kapkara bulutları ötede gördük. Sürprizlere açık olmak gerekiyor Karadeniz’de. İnsanı gibi denizi de bir anda huy değiştirebiliyor.
Bulutlar üzerimizden geçti, gittiler. Kim bilir nereye bıraktılar yüklerini?
Günü denizle, kumla, güneşle akşam ettik.
Geceye doğru hava soğudu. Ufak bir ateş yaktık. Hem biz ısındık hem de kahvenin suyu.
Ay şişkindi ama dolunay da olmamıştı. Fakat bütün geceyi ışıtıyordu. Ay ve yıldızların göründüğü apaçık bir gecenin sahilinde kahvemizi yudumladık. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiirleri eşlik etti bu kampta bana. Hadi o çok bilinen şiiri ilave edeyim:
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir ânın
Parçalanmaz akışında.
Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil
Rüzgârda uçan tüy bile
Benim gibi hafif değil
Başım sükûtu öğüten
Uçsuz, bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim.
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.
Gece ilerlemişken haber kanallarından uyarılar gelmeye başladı. Sabah saatlerinde başlayacak ve Batı Karadeniz’i etkileyecek yoğun bir yağış, hatta sel uyarıları! Sabah ola hayrola, dedik…
Gece yarısı, ateş başında otururken çadırın oradan bir ses geldi. Lambaları oraya çevirince bir de ne görelim… Maşallah, irice bir fare çadır tentesine tırmanmaya çalışıyor. Vay kerata! Işığı yüzüne tutunca bir an kalakaldı ama sonrasında kaçıp gitti.
Taşların aralarında fare hareketleri, hatta gözümüzün önünden sallana sallana geçişleri “gecenin normali” oldu bir müddet sonra.
Biz de fareli koyun kampçısı olduk.
Pembe kayaları gördüğünüzde direksiyonu sola kırıp zikzaklı bir yoldan aracınızın altı vurma pahasına gittiğinizde küçük ama sakin, kayalarla bölünmüş bir koya varıyorsunuz. Denizi bir yere kadar kum, sonrası yosunlu. Kerpe Ceneviz Limanı’nın hemen az ötesinde kalıyor. Gece boyu liman ışıklarını izleyebiliyorsunuz.
Fırtına haberlerinden ötürü korkulu uyuduk ama korktuğumuz gibi olmadı. Güzel bir sabaha uyandık. Kahvaltı, çay, kahve derken öğlen vakitlerini gördük. Amacımız bir gece daha kalıp başka bir yere geçmekti. Fakat fırtına uyarıları da gelmeye devam ediyordu. Her ihtimale karşı çadırları toplayıp tarpların altında devam ettik. Çadır kurmak kolay. Aniden bastıran kamptan kaçmak ise zor.
Ve beklenen an…
Karadeniz bir anda çattı kaşlarını. Rüzgar sertleşti. Deniz kabardı. Patladı patlayacak!
Eskiler hep söylerler: Karadenizle şaka olmaz. Huyuna gitmek gerek. Biz de toparlanıp yola koyulduk. Güzel gününde yine buluşuruz.
İzmit’e dönerken yolda durup orman içlerinde yürüyecek kayalıklara ulaştık. İnsanın kirletmediği yer yok.