Saksıya Daire Sığdırmak

Ev ararken emlakçılardan olabildiğince uzak durmaya çalıştım. Mümkün mertebe “sahibinden” olmasına dikkat ettim bakacağım evlerin. Fakat yolum elbette emlak danışmanlarıyla kesişti. Küçük bir ofiste daha ne istediğimi bile sormadan “elimde tam senlik bir daire var” diyerek konuşmaya başlayan, tabir yerindeyse “keloğlanı prenses yapmaya” çalışan abilerimizi hayretle izledim. Hadi, dedim, göster bakalım daireyi! Öyle bir övdü ki görmesem aklımda kalırdı. Asansörü yapıldığından beri bozuk olan bir binanın üçüncü katına çıktık. Dubleks bir daire. Hemen yanında D100 karayolu. Bir diğer yanında da açıkhava düğün salonu. Ev ise labirent. Odaların içinde adeta gizli bölmeler var.

Bu kadar kullanışsız bir evi nasıl pazarlayacak acaba, diyerek sormaya başladım:

Yandaki düğün salonunu ne yapacağız? Yaz boyu çiftetelli dinleriz artık!

“E hocam, her akşam da düğün olacak değil ya!” 

Pekiyi! D100 karayolu?

“Hocam kulak dediğin gürültüye alışıyor zamanla. Bir vakit sonra duymazsın bile. Sen beni dinle, bu daire tam senlik!”

Ben bir düşüneyim…

Halen düşünüyorum, bu kadar hazır cevaplılık, bu meslekte ilk şart galiba.

– – 

Müteahhitlerin insan hayatını zorlaştıracak daireler yapmış olduklarını zaten gözlemliyordum ama işin içerisine girip de ev aramaya başladığımda daha da gözüme çarptı estetikten mahrum yapılan binalar ve daireler.

Binaya bir daire daha ekleyeyim, düşüncesiyle her dairenin canına rahmet okunmuş!

Fakat itiraf edeyim, bir iki müteahhite denk geldim. Gerçekten büyük bir keyif alarak inşa etmişler binalarını. Adam evi gezdirirken özgüvenle “hocam siz gezin evi, ben değil kendisi anlatsın size kendisini. Sonra teknik bilgileri ben veririm,” dedi. “Mübalağanın dibine vurdun şimdi!” desem de evi gezerken her odada hayranlığım katlandı…


Güzel evler de gördüm, insanı daha kapıdan girerken yoran evler de… İnsan yaşayacak bu evde yahu! Daire değil de muhiti ele alacak olursak… Sonradan yapılaşmaya müsaade edilmiş, sıfırdan inşa edilmiş bir mahallenin kazara müteahhit olmuş adamlarca nasıl heba edildiğini görmüş oldum. Üzüldüm.

Gökhan Özcan “Açık Pencere” kitabında şöyle yazmış: “Sokağımız neye benziyorsa, hayatımız da en çok ona benzer. Evler yan yana gelir, el ele tutuşur, sokak olur.”

Şehirde insanı tüketen çok şey var. Son sığınağımız yuvamız, sokağımız, mahallemiz. Bari onları güzel inşa edelim.

Related Posts

Leave a Reply

My New Stories