Yol Hâlleri: Kastamonu – Sinop – Safranbolu

Yola çıkıyoruz. Nihayet Karabük’e varıyoruz. Biraz mola veriyoruz yol kenarındaki köyde ve öğle namazını köyün yaşlıları ile kılıp sohbet ediyoruz. Müsaade isteyip, kalkıyoruz az bir zaman sonra… Karabük’ü geçtikten sonra Kastamonu’ya varıyoruz. Direksiyonda Furkan var. Kastamonu yabancı bir şehir değil. Askerliğimi yapmam sebebiyle kendimi Kastamonu’ya oldum olası yakın hissetmişimdir. Kastamonu’da duraklamadan Küre yoluna girdik. Bir saate yakın -ve neredeyse hep tırmanarak- yol alıyoruz.

Küre’nin girişinde duruyor ve tepeden bütün ilçeyi bir süre seyrediyoruz. İlçe ‘avuç içinde’ gibiydi. Etrafı tepelerle sarılmış, o tepelerin avucunda, kendi halinde…

Küre’ye adım atıyoruz. Bismillah. Sora sora Küre Çok Programlı Anadolu Lisesi’ni buluyoruz. Okulda bizi iki güleryüzlü insan karşılıyor. Okul müdürüm ve müdür baş yardımcım. Şunu söyleyeyim: Bir yere gittiğinizde sizi orada karşılayan bir çift gülen yüz gördüğünüz anda, o bulunduğunuz yer yabancı bir yer olmaktan çıkıyor.

İşlemlerimiz çok uzun sürmüyor. Bir an evvel işlemleri hallediyor ve okul içerisinde şöyle bir gezinip, okul müdürümüz ve müdür baş yardımcımız ile fotoğraf çekilerek vedalaşıyor, İnebolu’ya doğru yola çıkıyoruz.

Tam bu noktada Küre Çok Programlı Anadolu Lisesi’nin yeni yapılan kütüphanesinden bahsetmek istiyorum. Tasarım olarak il merkezlerinde bulunan okullarda dahi bulamayacağınız güzellikte bir kütüphane! Kütüphane, öğretmenler odasından daha fazla vakit geçireceğim bir yer olacağa benziyor.

Küre, ormanlık, her daim serin, -kışın muhtemelen fazlasıyla soğuk- Karadeniz’den bir köşe… Enfes!

İnebolu’ya varıyoruz. Fakat ne yalan söyleyeyim, İnebolu bende aynı hisleri uyandırmadı. Deniz kenarlarından ziyade yüksek yerleri, dağlık alanları daha çok seviyorum. İnebolu’ya girdiğimiz an nem kendini hissettiriyor. Ve trafik sıkışıklığı. Deniz olarak da çok tatmin ettiğini söyleyemem. Belki de Küre’de aklım kaldığından böyle düşünüyorum.

Heyamola’da balık yiyoruz. Ve elbette irmik helvası ile sonlanıyor yemeğimiz.

İnebolu Öğretmenevi’ne geçiyoruz daha sonra. Yorulmuşuz. Çok geçmeden uykuya dalıyoruz.

İnebolu Öğretmenevi’nde kahvaltı yaptıktan sonra yola çıkıyoruz. Amacımız sahil boyunca yol alıp, kıyıları seyretmek olsa da bir anda kıyıdan yol alarak Sinop’a gitme fikri ağır basıyor. Bir öğle yemeği yiyip, geri döneriz, diyoruz.

Aman Allah’ım… Sağ tarafımızda yemyeşil tepeler, sol tarafımız ise hep mavi. Hayran kalmamak mümkün değil! Hele yol üzerinde bazı yerler var ki, durup, seyretmemek mümkün değil! Dünyada bir cennet köşesi!

İnebolu, Abana ve Çatalzeytin’i geçtikten sonra Sinop sınırlarını geçiyoruz. Türkeli ve Ayancık ilçelerini geçtikten sonra Sinop merkezindeyiz. Bu sefer de sağımız deniz, solumuz deniz… Arabayı park ettikten sonra kendimizi kıyıda alıyoruz. Evvelâ yemek! Yol boyunca durdurup “Sinop’ta ne yenir?” diye sorduğumuz kişiler çoğunlukla balık yememizi öneriyorlar ama daha bir gün evvel balık yediğimiz için başka bir şeyler arıyoruz. Meğer Sinop’un mantısı da meşhurmuş. Teyze’nin Yeri isimli bir yeri öneriyorlar. Buluyoruz. Koca bir tabak mantı! Yarısında yoğurt, yarısında ceviz. Doymamak mümkün değil 🙂

Sokaklarında biraz turladıktan sonra Sinop’un, deniz kenarında bir kafeye oturuyor ve limonata içiyoruz. Çok oyalanmadan Kastamonu’ya doğru kırıyoruz direksiyonu. Geldiğimiz yoldan dönmediğimiz için yol kısalıyor. Taşköprü’den geçerken İbrahim Tenekeci’yi anıyoruz. Hatta tweet bile atıyoruz ama cevap alamıyoruz. Biz de Taşköprü’nün meşhur sarımsaklarından alıp devam ediyoruz.

Kastamonu merkezindeyiz. Ah… Askerliğimin acemi birliğini geçirdiğim Kastamonu. Merkezinin her caddesinde, sokağında anılarım olan şehir. Öğretmenevi’ne eşyalarımızı yerleştirdikten sonra kendimizi sokağa atıyoruz. Hemen yol kenarında Barutçuoğlu AVM. Hâlen tek alışveriş merkezi :):)

Yol boyu yürüyerek Kurşunlu Han’ı buluyoruz. Kurşunlu Han’a doğru giderken çarşı iznimizde gittiğimiz internet kafeyi ve menemen yediğimiz o küçücük dükkanı görünce neredeyse bütün 4. Bölük gözümde canlanıyor. Kurşunlu Han’da kahve içip dinleniyoruz. Sıkıştırılmış bir seyahat olduğu için şehirlerin, ilçelerin ve mekanların hakkını veremiyorum ama kendimi teselli ediyorum: “Daha buralardasın Hasan, mekanlar sende iz bırakacak kadar yaşayacaksın buralarda…”

Akşam… Banduma ve Tirit yemek istiyoruz. Münire Sultan Sofrası’nda karar kılıyoruz. Önce Ecevit Çorbası. Sonra ortaya Banduma ve Tirit alarak Furkan’la paylaşıyoruz. Fevkalâde bir lezzet…

Ana caddelerinden ziyade ara sokaklarını tercih ederek bir iki saat geziyoruz Kastamonu’da. Bir şehrin ara sokaklarına adım atmadan o şehri tanımanın mümkün olamayacağına inanırım. Esnafla selamlaşıyor, kedilerle şakalaşıyoruz. Sonrası bir fincan kahve ve son olarak dinlenmeye çekilmek üzere Şerife Bacı Öğretmenevi…

Fevkalâde bir dinlenme yeri Şerife Bacı Öğretmenevi.

Kastamonu’da konaklarken atandığımız il’de konaklıyor olmaktan ziyade, Şerife Bacı’nın memleketinde konaklıyor olmanın sıcaklığı kaplıyor içimi. Vatan savunmaksa mevzu, her ana Şerife Bacı, her kız çocuğu Elif, her erkek evlat Mehmed… Muhakkak okuyun Şerife Bacı’nın hikâyesini. Ve bir Fatiha okumadan da geçmeyin lütfen…

Ertesi gün. Dönüş vakti. Bir yanımız “Amasra’ya uğrayalım,” diyor, diğer yanımız Safranbolu. Yazı tura atıyoruz, Safranbolu çıkıyor. Safranbolu bildiğimiz bir yer. Önce bir fincan kahve içip yol yorgunluğunu atıyoruz üzerimizden. Biraz dinlendikten sonra öğle yemeği için yer bakıyoruz. ATİŞ isimli bir yeri tavsiye ediyor internet kullanıcıları. Hadi bakalım, diyerek, buluyor ve şirin mi şirin, küçücük lokantaya oturuyoruz. Soruyoruz: “Burada ne yemeliyiz?”

Sarma, Rum mantısı ve cevizli keşli’de karar kılıyoruz. Yine ortaya söylüyor aynı tabaktan yiyoruz Furkan’la. Sonra tatlı olarak zerde ve kalkmadan evvel de safran çayı… Rum mantısını pek sevdim.

Biraz sokaklarda yürüdükten ve susamsız simit aldıktan sonra yola düşüyoruz. Yol üzerinde ufak kahve molaları vererek İzmit’e varıyoruz.

Üç günde aşağı yukarı 1700 kilometre yol aldık.

Hatırımızda kalan: Keyifli bir yolculuk, tatları damağımızda kalan yemekler, sıcak ve güleryüzlü insanlar…


Bu yazı 20 Ağustos 2016 tarihinde alelacele kaleme alınmıştır.

Next Post

Related Posts

Leave a Reply

My New Stories