Eskiler hep anlatmışlar askere gittiklerinde yıllarca dönemediklerini. Doğrudan dinleme imkanım olmadı ama dilden dile aktarılan hikayeler çokça kulağıma çalındı. Kurtuluş Savaşımız zaferle sonuçlanıp devlet kurulunca, ikinci dünya savaşına da girmeyince yıllarca dönülenemeyen, çoğu zaman gidenin gelmediği askerlikler de yavaş yavaş belli bir düzene oturtulmuş.
Gidenin gelmediği askerlik anlatımlarından beni Ersizlerderelilerinki etkiler en çok. Düşünün ki bütün bir köyün erleri askere gidiyor ama dönen yok. Köyün adı Ersizler oluyor. Büyük trajedi, büyük vatanseverlik. Her birine rahmet olsun…
Türkiye’de vatandaşlar 1111 sayılı kanunun ilk maddesindeki “Türkiye Cumhuriyeti tebaası olan her erkek, işbu kanun mucibince askerlik yapmağa mecburdur.” cümlesine binaen askere alınıyor.
Günümüze kadar; uzun ve kısa dönem askerlik, yedek subay uygulaması, bedelli, dövizli askerlik, kamu kurum ve kuruluşlarında askerlik, Millî Eğitim Bakanlığında askerlik gibi standart olmayan uygulamalar yapılmıştır. 1
21 Haziran 1927 tarihli kararla piyade sınıfına bir buçuk yıl, mızıka sınıfına 2, jandarmaya 2 buçuk yıl, denizcilere 3 yıl askerlik uygulaması başlatılmış. 2
O tarihten bu güne kadar epeyce değişime uğramış askerlik süreleri. İhtiyaca, şartlara göre çeşitli düzenlemeler yapılmış.
Askerliğin çerçevesi, süresi, bedeli (“bedel ödedik!” esprisi yapan Vakıfbank şubelerinin bedelli askerlerini kastediyorum) zaman zaman değişime uğrasa da bir cümle hiç değişmemiş:
“ŞAFAK DOĞAN GÜNEŞ!”
Bu cümle kısa dönem, uzun dönem, süresi fark etmeksizin her askerin kurmak için can attığı cümledir.
Ben askerliğimi Konya, Ilgın’da kısa dönem jandarma olarak yaptım. Yorucu ama kıymetli bir işti yaptığım. Yaptığım işlerin yanısıra hayatım boyunca belki bir daha yolumun kesişemeyeceği insanların hikayelerine şahit oldum.
Ne insanlar, ne yaşamlar var. O güne kadar şikayetlendiğim ne varsa hayatımda, her birine şükrettim.
Nöbetler, sevkler, günlük koşturmalar… Her bir gününü özlediğim zamanlar. İyi komutanlar tanıdım, hâlen hal hatır sorarız birbirimize.
Konuya döneyim…
Son gece asker saatimi ranzanın demirine astım. Saatin üzerindeki gün sayacının gece 12’de sıfırlanmasını bekledim. Tezkere alacak bütün arkadaşlar aynı heyecanla başladık. Tabi bu arada yatakhanede “şafak doğan güneş” naraları atmaya başladı çoğu arkadaş.
Geceyi göremeden uyumuşum.
Sabahleyin uyandığımda gidecek herkes hazırlanmıştı. Çantalar hazırdı. Üst değiştirip, helalleşip Ilgın sıcağında kavrulmuş tenimle, üç numara saçlarımla uçağa yetişmek üzere yola çıktım. Bizi Ilgın’dan Konya’ya götürecek minibüse bindiğimizde güneş doğuyordu.
Şafak doğan güneş!
Üzerinden yıllar geçti. Askerdeyken aldığım notlar, yazdığım isimler olmasa çoğu şeyi hatırlamakta güçlük çekerdim.
Şimdi yolum Ilgın’a düşsün isterim.
Hamamlarıyla anılır Ilgın ancak Lala Mustafa Paşa’nın Kıbrıs Seferine giderken Ilgın’da yaptırdığı Lala Mustafa Paşa Camii’ni hamamların önüne koyarım. Közde kahvesi, Maraş dondurması ile beraber neredeyse bütün çarşı izinlerimi o külliyede harcadım.
Fotoğraflar arasında dolaşırken asker saatimi çektiğim fotoğrafa rastladım. Bu yazı, o fotoğrafa bakıp da “hey gidi günler,” deyişimin yazısı. Anıların konmak istediği bir dal belki.