Dünden Bugüne “Mühür”

Mührün tarihi ile alakalı araştırmaları okuyorum bir süredir. Genel kanaat, mührün mülk edinmeyle, sahiplenmeyle hayatımıza giren bir araç olduğu yönünde. Farklı farklı nesnelerden üretilen mühürler, “bu benimdir, ilişmeyin!” denilerek basılmışlar. İlk zamanlar ateşte sertleştirilen kilden üretilen mühürlerde yazıdan evvel desen, yazıyla birlikte de harfler kullanılmış.

Bir ürünü, malı damgalamak sahiplik belirtmek için yeterliymiş.

Mektupların, özel evrakların açılmadığından emin olmak için balmumu eritilerek vurulan mühür kullanılmış. (Balmumuna vurulan pirinç mühür yeniden popüler oldu. Resmi evraklarda değil belki ama kişisel mektuplarda, defterlerde çokça kullanılıyor/kullanıyorum.)

1908 senesine kadar Osmanlı’da imza yerine kullanılmış örneğin.

Hâlen resmi evrakları onaylamak için kişi veyahut kurum adına damgalar, mühürler kullanılıyor.

Mühür yapmak, işlemek de ince işçilik gerektiren bir iş. Mühür kazıma işini yapan hakkâklar, toplumda itibar görürlermiş.

Hayatımızda bu kadar yer edinmiş mührün, şiirde yer bulamaması mümkün müdür peki?

Epeyce örnek var klasik şiirde. Bir kısmını paylaşayım…

*** Bir beyitte şair Emrî sevgilinin ağzını akik bir kutuya, dişlerini inciye, dudaklarını da kutunun üzerindeki kırmızı mumlu mühre benzetiyor:
“Pinhân gerek güher diyü dendanı dürlerin
Dürc-i akîka koydı vü mühr urdı ol dehân”

*** Şair Kâmî; elmas, değerli bir yüzük taşıdır ama mühür olmaz; taş kalpli/zalim yöneticiler makam sahibi olurlar ama halkın saygı ve sevgisini kazanamazlar der. (Hâtem, mühür demektir.)
“Dili sengîn olan erbâb-ı câha i’tibâr olmaz
Olur elmâs fass-ı hâtem ammâ nâmdâr olmaz”

*** Şair İshâk ise “kalbine aşk mührünün basılmasını istersen taş kalpli olma, mum gibi yumuşak ol” demiştir beytinde:
“Dilünde nakş ola dirsen nigîn-i hâtem-i ‘ışk
Bu yolda mûm olagör olma taş gibi muhkem”

*** Ve yine Edirneli Kâmî’den:
“Bir bûse ile feth idelüm ağzı mührini
Olsun akîde ile sıyâmun güşâyişi”
Merhum “bir öpücük ile ağzının mührünü açalım, orucun açılması akide şekeri ile olsun…” demiş. İlâhi Kâmi, neler dersin! (:

Klasik şiirde kendisine oldukça yer bulan mühür, halk şiirinde, türkülerimizde, atasözlerimizde, deyimlerimizde de oldukça kullanılmıştır.

Mühür gözlüm, dendiğinde, Neşet Ertaş’ın sesi kulağınıza çalınmıyor mu? 

“Ağzı mühürlü” dendiğinde ya oruçlu yahut ağzı sıkı biri gelmiyor mu akla?

Kısacası mühür, evraklar, mektuplar kadar dilimize de vurmuş “mührünü.”

Tarihten günümüze kadar farklı amaçlarda kullanılan mührün bendeki yeri de özeldir. Kitaplarıma ve mektuplarıma vururum. Kitaplarda mürekkepli, mektuplarımda ise mum mührü. 

Mum damla damla akar zarfa, sanki son söz olarak.

Nâbi merhum başka bakmış meseleye…
Mealen ““Lal dudaklarından mektuba tatlılık bulaşlmış (olacak ki mektubun konduğu) kesenin yakasındaki mührün mumu, süzülmüş bal tadı verir,”” dediği beyti ile neticelendiyim yazıyı, vesselam.:

Sirâyet eylemiş mektûba la’linden halâvet kim
Verir lehd-i musaffâ kîsenün mûm-ı girîbânı
Nâbî”

Bu yazıda Semra TUNÇ ve Emine YENİTERZİ Hanımefendilerin “OSMANLI MÜHÜR SANATI VE KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE MÜHÜR” isimli mahalesinden, Emine GÜRSOY NASKALİ Hanımefendinin Mum Kitabı isimli eserinden ve arkeolog Heval BOZBAY Hanımefendi’nin köşe yazısından faydalandım. Sağ olsunlar, hep yazsınlar…

Related Posts

Leave a Reply

My New Stories