Sabah apar topar başlayan gün ancak uyku vaktinde sonlanıyor. Günün işleri, dünün eksikleri, yarının hazırlıkları derken nasıl geçtiğini anlayamadan o günü uğurluyorum.
İş yaşamı böyle geçiyor.
Evin kapısından girdiğimde ise bambaşka bir dünya aralanıyor: “Selim’in dünyası!” Mehmet Selim koşa koşa gelip beni eve girmeden geri çeviriyor. Çantaları bırakıp biraz turluyoruz sitenin bahçesinde. Gün boyu Mehmet Selim’in peşinde koşturmuş eşimin hâli yüzünden okunuyor. Tatlı bir yorgunluk, diyelim (:
Selim bir yaşını geçeli bir ay kadar oldu. Bir insanın yaşamına doğumundan itibaren şahit olmak bambaşka bir duygu. Mehmet Selim’in yaşam serüvenine eşlik ediyoruz. Günün en güzel zamanları bu şahitliklerimiz. Daha evvel yapmadığı, yepyeni bir şey yaptığında; “yeni özellik yüklendiğinde” eşim Merve ile yaşadığımız mutluluğun tanımı zor.
Derken günün sonu geliyor. Günün sonu demek, Selim’in uyuması demek.
Sonrası benim için Z raporu saati.
Z raporunu Kastamonu’dayken aldığım verniksiz ahşap masanın üzerinde, bir miktar kahve eşliğinde alıyorum. Bütün ışıklar sönüyor. Yalnızca masa lambası açık. Masaya dizili dolma kalemlerimden birini elime alıyorum. O gün beni çeken renk hangi kaleme yöneleceğimi belli ediyor. Bu yaz yeşil renklerle epeyce vakit geçirdim. Monteverde’nin Olivine’si el altı mürekkebim oldu.
Bu saatler durup ince şeyleri düşünebileceğim, yazabileceğim saatler. Günün muhasebesi.
Zamanı Yavaşlatmak
Zamanı yavaşlatmak, yavaşlamakla mümkün.
Yürümek, kahve öğütmek, dolma kalemleri temizlemek… Herkesin muhakkak zamanı yavaşlattığı bir uğraşı vardır. Olmalıdır.
Dolma kalemler hayatıma dahil olduktan ve iş yaşamımın tamamını kapsayan teknolojiden, teknolojik yaşamdan biraz olsun analog bir dünyaya kaçabildikten sonra kahve alışkanlığımı da değiştirdim. Evvelden kahveyi öğütülmüş olarak alıp, demlerdim. Şimdi kahveyi alıyor, kavuruyor, el değirmeninde öğütüyor ve demliyorum. Bir sürü koşuşturmacanın arasında kendime vakit ayırıyorum.
Oturup dinleneyim dediğimde değil de bir işten başka bir işe kaçtığımda dinleniyorum.
Buna aktif dinlenme diyorlar sanırım.
Sakin şehirler var. Zaman ağır ağır akar sanki orada. Kimsenin acelesi yokmuş gibi gelir. “Hallolur, acelesi yok,” derler. Hallolur da.
Bizim şehirlerimizde bu mümkün olmasa da frenler boşaldığında kendimizi atacak bir kaçış rampasına ihtiyaç duyarız gün içerisinde.
Bir şiir döner durur zihnimde. Çıkarır kalemi, yazarım. Şairi anarım.
Kahveydi, kalemdi, mürekkepti derkenp öğle paydosunda bir yazı çıktı bak, gördün mü…
“Zamanı yavaşlatmak, yavaşlamakla mümkün.”
👏
Sevgili kardeşim, sen de şehrin karmaşıklığından kaçıp Sinop’a tayin olmakla kendi zamanını yavaşlattın. Daha yaşlanmazsın (: