Uzun zaman olmuştu yeni bir mürekkep almayalı. Şöyle bir bakıyordum ara sıra ama bu fiyatlara alınmaz, diyor, geçiyordum.
Cidden bu fiyatlar insanın elindeki ufak tefek keyiflerin bile tadını kaçırıyor.
Yazmak keyiftir. Keyifli bir zorunluluk belki.
Yazmak kadar seçmek de keyiflidir. Denklem çözümü adeta… Mürekkebin kalemi tutan elin sahibinin rengine uyum sağlaması gerekir evvela. Ruh haline uyması. Sonrası mürekkebin kalemi sevmesi ve kalemin değdiği kağıdın rengi, kalemi, yazıyı sahiplenmesi…
“Yaz, geç” denmeyecek kadar hassas mevzular.
…
Hâl böyle olunca mürekkep de o anki ruh halinin bir yansımasıyla seçilmiş oluyor. Altın sarısı rengi, gri rengi, mavinin çeşit çeşit tonlarını… Her birini başka başka haletiruhiyye içerisinde almış, sahiplenmişim.
Biraz da mürekkep şişelerine zaafım var, diyebilirim.
…
Montblanc Ultramarine mürekkebi de yaz’a göz kırpan bir kış gününde aldım. Kar yağması gereken bir mevsimde evin karşısındaki göl masmavi gökle aynı renk tonunu yakalamıştı neredeyse.
Kalemde, gökte, yerde, mürekkepte, şiirde… Her yerde maviyi arar gözlerim.
Haydar Ergülen’den mavili bir şiir iliştirebiliriz:
“Mavi konuşalım, mavi yazalım
Mektuplar zarfa girer girmez mavi
Söz mavi olsun ağızdan çıkar çıkmaz
İki ayrılık arasındaki yol mavi
Göz göze gelince mavi olsun yakınlığı kızla oğlanın
Mavi bir anı gibi ışıklar içinde zaman“
…
Mürekkebe dönecek olursam Montblanc mürekkeplere meftun olduğumu her yerde dile getiririm.
Mürekkebi doldurmak için bir kalemi temizlemem gerekti. Gözüm epeydir elime almadığım Platinum 3776’ya ilişti. Çektim mürekkebi.
Mavi de en çok bordoya yakışıyor diyerek bir Trabzonspor güzellemesi de yapılabilir bu noktada.
Velhasıl, yazdıkça yazdım. Kime mi? Ya oğluma, ya karıma.