Netflix’te bir belgesel var. HIGH SCORE. Oyunların tarihini yazmışlar. Şöyle bir bakayım derken bütün belgesel dizisini izleyiverdim. 

Bir zamanlar oynamak için deli olduğum oyunların şimdi belgesellik olmuş olmaları yaşlılık hissi doğurmadı değil gerçi.

Mario, Dangerous Dave, Street Fighter, Tekken vs… Her bölüm başka bir dönemi ve oyun sektörünün değişim süreçlerini, kırılma noktalarını işliyor.

Hey gidi… Atarim vardı. İlkokula giderken yalvara yalvara aldırmıştım. Bir iki gün başından kalkmadan oynayınca annem de 20 sene sonra geri vermek üzere kaldırmıştı. Tabi evin bütün gizli bölmelerini bildiğim için annem gidince hemen oyun başına geçiyordum. Hatta ilkokulum Albay İbrahim Karaoğlanoğlu’nun hemen karşısında Temizel Kırtasiye vardı. Oradan atari kasedi alıp bir saat içerisinde “beğenmedim” diyerek iade edebiliyordum. (Bu arada, cidden annem 20 sene sonra al atarini, diyerek geri verdi. Sene olmuş 2015.)

Sonra oyun salonları dönemi geldi. Atari yetmezdi artık. İzmit Ulugazi İlkokulu’nun yanında DisneyLand vardı. İki katlı bir oyun salonu. Bir de Fethiye Caddesinin ara sokağında adını hatırlayamadığım küçük bir oyun salonu. Orası sanki daha geç zamanda açılmıştı. Tekken oynadığımı hatırlıyorum. Okuldan kaçıp giderdik. Hiç pişman olmadım.

Oyun salonlarının popülerliği internet kafelerle birlikte bitti. Bilgisayar oyunları için internet kafeye yığıldığımız zamanlar… Güzel zamanlarmış. Şimdi anılarda yer edinen çocukluk ve ilkgençlik yılları benim için. Doom 95 oynadım mesela. Arena diye bir oyun hatırlıyorum. Half Life. Counter Strike halen oynuyorum. Hatta öğrencilerimle bile!..

Eski oyunlara döneyim. İnternet kafe öncesine. 

Çok sevdiğim oyunlar vardı. O oyunlar kadar onlara alternatif olarak üretilen oyunlar bile kendi kulvarlarında iyi işler yaptılar. Sonic mesela, Mario’yu tahtından indirmek için tasarlanan bir oyundu. Nintendo’ya karşılık Sega’nın hamlesi. Tesisatçı Mario da kirpi Sonic de kendi kulvarlarında yaşamaya devam ediyorlar, akıllı telefonlarda. İtiraf edeyim, sıkı bir Mario oyuncusu olarak Sonic’e dönüp bakmadım hiç.

Teknoloji geliştikçe oyunlar da boyut atlıyordu. Ve piyasadaki boşluk yeni türlerin doğuşuna fırsat tanıyordu. Nintendo ve Sega firmaları koşmalı, zıplamalı oyunlar üretirken futbol antrenörlüğü hayali olan bir adam, Trip Hawkins, bir oyun şirketi kuruyordu: ELEKTRONIC ARTS. Hemen oyun giriş sesini duyuyoruz bu noktada: EA SPORTS! IT’s IN THE GAME! Futbol oyunları hiç ilgimi çekmedi. Belki de istidadımın olmadığı bir alan olmasından ötürü. 

Sonrasında dövüş oyunları devri geliyor. Aman Allah’ım!.. Street Fighter. Akabinde “aynı böyle bir oyun yapmalıyız!” diyorlar ve Mortal Combat çıkıyor. Tekken ise ilk 3D dövüş oyunu olarak aradan sıyrılıyor. Ne oyunlardı be! Tekken oynamak için oyun salonunda sıra beklerdim. 

İnternet kafelerden meslek lisesine gittiğimde uzaklaştım. Okul kocaman bir internet kafeydi. Çok oyunculu oyunlar için gruplar oluşmuştu. Futbol grubu ayrı, Counter Strike grubu ayrı…

Şimdi ise her şey cebimizde. Ama artık o eski hevesler yok. Telefonumda sadece Mario, Dangerous Dave ve Call of Duty yüklü. Ama en son ne zaman oyun oynadın diye sorsanız, hatırlamam. Şimdilerde Mehmet Selim ile oynayabileceğim çocuk oyunları öğreniyorum.

Bazı şeyler bazı yaşlarda güzel. Şimdiki gerçekçi oyunların yerlerini tutmazlar belki ama Mario’nun evrimini, 8 bitten 16 bite geçişi büyük bir olay olarak deneyimledim. Ms-DOS oyunlar, sonrasında ise Windows 3.1 kurulu olan ilk bilgisayarımda yine disketli oyunlar oynarken aldığım zevki şimdiki oyunlardan alamam.

Related Posts