Apartmanlar Çağı

Türklerin göçebelikten yerleşikliğe geçmesinin en vahim sonucu, yerleşikliğin kutu kadar apartman dairelerinde neticelenmiş olmasıdır.
Son asrın en hazîn tablosu ise avluya açılan kapılardan karşı komşuya açılan çelik kapılara tahmin edildiğinden de hızlıca geçişimiz olmuştur.
Apartmanlar çağı…
Ne kadar ruhsuz bir yapı: apartman!
Hayâ perdesi yırtık, mahremiyet geçirgenliği yüksek duvarlar… Hangi odaya kaçsan, bir diğer komşuya misafirsin. Bilhassa kavgalarına…

Apartmanda doğup büyüyen çocuklar bahsine girmiyorum bile. Yalınayak toprağa basamadan, kum ve petrol artığı yapay parklarda büyüyen çocukların tedavi edilmesi gerekecek…
Hatırlıyorum da köyden şehre taşındığımız zamanki alış(ama)ma sürecim ne çok yormuştu beni. Düşünün… Her sabah uyandığında ilk işi tavukların kümesine gidip “acaba civcivler çıkmış mı yumurtadan” diye bakmak olan, ahırda yeni doğan buzağıya yem vermeyi kendini doyurmaktan daha öncelikli bir görev addeden çocuğu alıp, üst üste dizili cinnet bloklarına hapsediyorsunuz. Balkondan yola her kaçtığında bir arabanın tekerine kurban giden plastik toplarımın hesabını kime soracağım?

Bir apartmanın bahçesi kaç metrekaredir? Kaç ağaç dikilidir apartman önlerinde? Apartman görevlisi her bahar açan papatyaları kesmek zorunda mıdır?

Erdem Bayazıt’tan bir şiir, meseleyi özetlemeye yetecektir kanaatimce:
“Bir de baharlar bilirim
Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği
bilemeyeceği”

Ve İbrahim Paşalı’dan bir alıntı:
“Çocukların koşmasının yasak olduğu apartmanlı bir dünya, reddedilmesi gereken bir dünyaydı.”
– – –
Şimdinin “müstakil” dedikleri evlerinin de farkı var mı sanıyorsunuz apartmanlardan? Üst üste değil de dip dibe dizilmiş ya da apartmanların arasında kalmış, ‘kendi olamamış,’ etrafı çitlerle sarılı, bahçesine tavukların, ördeklerin, kuşların dahi girmesinin yasak olduğu, güvensizlik üzerine kurulu bir dünyanın aşırı korunaklı “konsept yeni yaşam alanları.” Konsepte uymayan her şey çitlerin dışına!
– – –
Kim demişti anımsayamıyorum ama pek doğru demiş: “Şehir, kalbi olan ne varsa tüketir…”
– – –
Ağaca, çiçeklere ve kuşlara çitler ardından, korunaklı barınakların topraktan arınmış balkonlarından bakmak… İnsanın hamurundan, toprağından kaçması: Kendine yabancılaşması…
Yazının sonuna da bir tavsiye konduralım: Haydi, şehrin dışına çık ve tanış kendinle!

Leave a Reply

My New Stories