Türklerin göçebelikten yerleşikliğe geçmesinin en vahim sonucu, yerleşikliğin kutu kadar apartman dairelerinde neticelenmiş olmasıdır.Son asrın en hazîn tablosu ise avluya açılan kapılardan karşı komşuya açılan çelik kapılara tahmin edildiğinden de hızlıca geçişimiz olmuştur.Apartmanlar çağı…Ne kadar ruhsuz bir yapı: apartman!Hayâ perdesi yırtık, mahremiyet geçirgenliği yüksek duvarlar… Hangi odaya kaçsan, bir diğer komşuya misafirsin. Bilhassa kavgalarına… Apartmanda...
Sakarya, üniversite yıllarımı geçirdiğim şehir. Kastamonu’da yaşadığım süre zarfında sadece bir iki sefer uğrayabilme fırsatım oldu. O da günübirlik… Kocaeli’ye taşındıktan sonra eşimle beraber bir değişiklik yaparak yanıbaşımızdaki Sakarya’da kamp yapalım, dedik. Gözümüze de hemen Poyrazlar Gölü’nü kestirdik. Poyrazlar Gölü’ne yanlış hatırlamıyorsam 2008 senesinde, karlı bir günde gitmiştim en son. Mavi ve beyaz bir kartpostal...
Hafızasını kaybetmeyen, kadîm yapılarıyla, kim bilir kaç insanı yorgun omuzlarında taşımış hüzünlü sokaklarıyla, dünyeviliğe direnen bir şehir Kastamonu. Tarihin her ânına şahitlik etmiş, tarihle yaşıt bir şehir Kastamonu. Ve bu yaşanmışlığını sokaklarıyla, yapılarıyla açıyor insana. Şehir her adımda daha da derinleşiyor… Hafızasını kaybetmeyen, kadîm yapılarıyla, kim bilir kaç insanı yorgun omuzlarında taşımış hüzünlü sokaklarıyla, dünyeviliğe...
“Şık bir dolma kalemi, kendisini özel hissedebileceği bir kalemliğin içerisinde saklarsanız ancak, kalem sizi sever ve yazmak size keyif verir!” gibi beylik bir cümleyle başlayayım notuma İnsanın insana alışması kadar, eşyanın da insana alışması vardır ve önemlidir. Kalem, size ait olduğunu bilmeli. O kalemi, o defteri, o eşyayı elinize aldığınızda bir sıcaklığı olmalı… Kalem, benim...
Kaleme mürekkebi kırtasiyede çekmiştik. O yüzden kapağı çevirip ilk cümlemi yazmaktı bana kalan. Pelikan P205 siyah dolma kalem ve Montblanc Royal Blue mürekkeple yazılan ilk cümle: Karaköy’den selamlar… Dolma kaleme olan ilgim bundan bir buçuk sene evvel, bir köşe yazısında rastladığım “bir adamın, imkânı ölçüsünde, güzel bir kalemi olmalı muhakkak!” cümlesi ile başladı, diyebilirim. Yazarın...
İnsanları ve olayları kelimelerle ilişkilendiriyorum. Kelimelere anlam ve anı yüklemektir yaptığım. Sonrası, “hatırlamak.” Böyle olmalı değil midir zaten? Bir kelime bir insanı, bir hadiseyi hatıra getirmiyorsa ne değer taşır? Sözlükte bir yerde bulunmaktan ve oradan alınıp, kullanıldıktan sonra da sözlüğe iade edilmekten başka; ‘ödünç’ olmaktan başka ne vasfı olabilir? “Üşümek” meselâ… Bu kelime size neyi...