Elime geçen ilk kitaplar, teyzem ve halalarımın gençliklerinde okudukları romanlardı. Bilhassa teyzem, notlar tutarak okumuştu. Kitabı açan, genişleten yorumlardı. Ben okurken ise sayfa kenarlarını kıvırmaya kıyamazdım. Notlarımı sonra sonra tutmaya başladım. Benden iz olmazsa, bana ait olmazdı ki?
İlkokulda babamın elimden tutup götürdüğü kitapçıda kapağını beğenip de aldığım kitap, okuma serüvenimin yönünü belirleyecekti, henüz farkında değildim. Cahit Zarifoğlu’nun çocuk kitaplarını almıştım. Ne güzel karne hediyesiydi.
Sonra, cep harçlıklarımı biriktirerek ve hafta sonları dükkanda çalışarak kazandığım paraları kitaba yatırdığım süreç…
Alarak okuduğum kitaplar ve o günlerden kalan izler, kitaplığımda duruyorlar. Tarihler ve içlerindeki not kağıtlarıyla.
Liseye yeni başladığım dönemde ise almaktan ziyade kiralamaya yöneldim. İzmit’te o dönem Kocaeli Kitap Kulübü vardı. Sonradan kebapçı yaptılar. 2000 yılının başlarında (neydi o milenyum saçmalıkları?) İzmit Sanat Sokağı’nın arasında tabelasını gördüğüm kitapçı, epeyce bir kitap okumama vesile olmuştu.
Öğrencilik halleri… Kısıtlı maddi imkanlarla günlük ihtiyaçları karşılayıp, bir de kitap, sinema, tiyatro ve dergi gibi ihtiyaçlara para artırmanın planlarını yapmak durumunda kalıyorduk.
Kantinde yemek yesek, 3 lira tutuyordu. Biz 1 km. yürüyerek çorbacıya gidip, 1 TL’ye mercimek çorbası ve bir sepet ekmek alıyorduk. Haftada bir de lahmacun. Aşağı yukarı 30-35 dakika süren bir yürüyüşle evden okula yürüyordum. Otobüs durağı 20 dakika uzaklıktaydı. Şimdilerde villaların sıralandığı çayırlık alandan 15 dakika daha yürüyüp okula varıyordum halbuki. Bu da her gün para artırmamı sağlıyordu. Ve onlarca kişi bu şekilde gidip geliyor, yiyip içiyor, para artırıyorduk. Mis gibi 🙂
Kocaeli Kitap Kulübü de oldukta faydalı oldu o dönem. Haklarını yiyemem. Tek pişmanlığım, kitapları kiralık aldığım için çokça kitabın bana ait olamadan elimden geçip gitmesi oldu.
Aldığım kitabın parasını kitapçıya veriyor, 20 gün içinde geri getirdiğimde kitap bedelinin yüzde 80’ini bana iade ediyordu. 20 liralık kitabı 4 liraya okuma imkanı sağlıyordu bu bana. Harika, değil mi?
Kitapçının ilk katında ders kitapları vardı. Ve “çok satanlar” rafları. Üstte 2 kat daha vardı. 2. katın zemini beton, üçüncü katın ise ahşaptı. Ahşap zemin… Her adımda gıcırdayan tahtalar. Kim yazmıştı “gıcırdayan kapıları sevmem, ispiyoncudurlar,” diye?
Birçok yazarla, şairle o kitapçıda tanıştım. Kasada duran kişiyi anımsayamıyorum ama her kiraladığım kitap ve yazarla alakalı ayaküstü bir şeyler söylemeyi ihmal etmiyordu. Ve kitap tavsiyelerinde de bulunuyordu. Hazır okuma listelerinin aksine, bir okuma serüvenine yönlendiriyordu. Birbirini tamamlayan tavsiyeler… Lisenin başlarında bir öğrencinin tam da ihtiyaç duyacağı bir şey.
Senesini hatırlayamıyorum ama son kitap teslimimden 2 ay kadar sonraydı. Şöyle bir uğrayayım dediğimde kapının kapalı olduğunu gördüm. Komşuya sordum, kebapçı aldı dükkanı, dediler. O ara sokağa da son girişim oldu. Sanat sokağından Fethiye Caddesi’ne doğru yürürken, sol tarafta, ara sokaktaydı. Güzel günlerden, hoş bir anı olarak kaldı.