Bu yıl beşincisi düzenlenen Penfest / kalem festivaline kardeşim Dilara ile beraber katıldık. Etkinliğin Çırağan’da olması en az etkinlik kadar cezbedici açıkçası. Markakalem penfest ile kendisini çok yukarılara taşıdı. Penfest düzenlenmeye başladığında Kastamonu‘da çalışıyordum. İzmit’e döndüğüm yıllarda da hep bir şeyler engel oldu. Hâliyle ilk kez gidebildim festivale. Kalem, kâğıt ve mürekkeplerin dünyasına adım atmanın...
İzmit’te cevelân ederken çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda sıkça uğradığım sokaklara, caddelere yolumu düşürmeden; hele hele neredeyse benimle yaşıt olan spor salonu Çınar Spor Merkezi’nin önünden geçmeden turumu tamamlamıyorum. Her köşe başında bir spor salonunun açılmadığı, kişi başına düşen “personal trainer” sayısının sporcu sayısından çok olmadığı, protein tozu içenin Arnold, en kötü ihtimalle Van Damme...
Eski Demiryolu Caddesi’nden yâni İzmit’in göbeğinden tren yolunun geçtiği zamanlar benim çocukluğuma rast geliyor. Trenin gelişini evdeki avize taşlarının sallanmasından anlardık. Avizeler evdeki erken uyarı sistemiydi. Misafirler deprem oluyor zannederlerdi taşlar sallandığında. Onların şaşırmasına şaşırırdım. Çünkü bizim için “günün fark edilmez ayrıntıları” arasındaydı tren sesi yahut avize taşlarının sallanması. 17 Ağustos 1999 depreminde avizeler insanların...
“Kastamonu’da Ne Yenir?” yahut “Kastamonu lezzet durakları” listeleri hemen her yerde karşımıza çıkar. Ben de Küre’den İnebolu’ya, Tosya’dan Daday’a uzanan bir liste ile en sevdiğim, Kastamonu’da öğretmenken yahut sonrasında yolum düştüğünde gün boyu ne yiyebileceğimizi iki günlük ziyaretimi örnek alarak yazacağım. Çocukluğumdan beri Tosya’ya giderim. Babamın işi dolayısıyla benim yaşımdan eskiye dayanan aile dostluklarımız kurulmuştur...
Öğretmen olarak üç yıl çalıştığım Kastamonu, Küre’den tayin olalı üç sene olmuş. Şu cümleyi kurmadan geçmeyeyim: Zaman su gibi akıp gidiyor. İnsan bazen bir şehri, mekânı geride bırakırken anılarıyla, duygularıyla orada kalmaya devam ediyor. Yıllar sonraki dönüşünde, yeniden karşılaşmasında fark ediyor insan bu aidiyeti. Yahut şöyle ifade edeyim… “Ben buradan tam olarak gidememişim” duygusunu. Samsun’dan...
Uzun uzadıya yazmak hatta içerisinden birkaç yazı çıkarabilmek ümidiyle İngiltere’ye gitmeden evvel Google Dökümanlar’da İngiltere 2022 isminde bir dosya açtım. Bu dosyanın aynısını 2020 senesinde de açmış ancak içini boş bırakmıştım. Korona salgınının henüz adının konduğu, belki de adı konmadan hemen öncesinde, 2020 Ocak’ında 14 gün Oxford ve Londra’da kalmış, karış karış iki şehri dolaşmış...
Bir bahar sabahının serinliğinde gözlerimi açıp çadırımın penceresinden göğü izlemeyi, dokunup geçen sabah esintisinde ateşimi yakıp kahvaltımı etmeyi severim ancak kardeşim Furkan “hadi karda kahvaltı yapalım,” deyince geri çeviremedim. Sırt çantalarımızı toplayıp sabahın ilk aydınlığında yola düştük. Birkaç yer üzerinde dursak da rotamızı Ormanya’ya çevirdik. Bana kalırsa Kocaeli’nin iki büyük marka projesinden biri Ormanya. Diğeri...
Eskiler hep anlatmışlar askere gittiklerinde yıllarca dönemediklerini. Doğrudan dinleme imkanım olmadı ama dilden dile aktarılan hikayeler çokça kulağıma çalındı. Kurtuluş Savaşımız zaferle sonuçlanıp devlet kurulunca, ikinci dünya savaşına da girmeyince yıllarca dönülenemeyen, çoğu zaman gidenin gelmediği askerlikler de yavaş yavaş belli bir düzene oturtulmuş. Gidenin gelmediği askerlik anlatımlarından beni Ersizlerderelilerinki etkiler en çok. Düşünün ki...
Karadeniz’de deniz kamplarını seviyorum. Önümüzde deniz, ardımızda orman, keyfimiz de ziyadesiyle yerinde oluyor. Çoğu zaman yola çıktıktan sonra karar veriyoruz çadırımızı nereye atacağımıza. Geçtiğimiz günlerde belki de bu senenin son deniz kenarı kampını yapmak için Furkan’la yola çıktık. Sonbaharda göl kenarı yahut orman içi kampları olur. Ağır kış şartlarında kamp yapmaya ise ekipmanlar müsade etmiyor....
İnsan, verdiği tahribatla izini belli ediyor. Ormanlara, köylere, yeni tabiri ile “doğal yaşam alanlarına” torununun torunu geçse görebileceği, kişinin soy adı dünyadan silinse orada bulunmaya devam edecek atıklar, çöpler bırakıyor insan. “Dünyada bir iz bırakmak,” bu olmasa gerek. Geçen hafta kamp kurmak için Furkan’la gittiğimiz Tahtalı Göletinde de insanın ayak izini doğaya verdiği tahribattan tanıdık....