Walter Isaacson’un kaleme aldığı ve Domingo’dan çıkan, Steve Jobs’un hayatını anlatan kitapta Jobs’un babasına dair anlattığı bir anıda babasının marangozluk işlerini yaparken çitlerin yahut dolapların görünmeyen kısımlarında dahi özenli bir işçilik gerçekleştirdiğinden bahsediyordu.
Steve Jobs da babasının bu davranışını kendisine öğüt olarak almış ve ürünlerinin görünmeyen, kasa içinde kalan kısımlarında dahi tasarıma, parça dizilimlerine ve renk uyumlarına dikkat etmiş.
Bir Apple ürününün kasasını açtığınızda kasanın iç kısmının da dışı gibi özenli bir tasarıma sahip olduğunu görebilirsiniz.
Bu burada bir dursun.
Dönelim memleketimize.
Bizim memleketimizde ince bir ustalıkla iş yapan elbette çok kişi vardır, onları tenzih ederek başlayayım. Ancak işini iyi yapanlara rastlamak için epeyce hayır dua almış olmanız lâzımdır. Hele hele milletçe en iddialı olduğumuz inşaat işlerinde…
İnşaata/tadilata başlamak bir “bismillah”a bakıyor olsa da işi bitirebilmek sarsılmaz bir psikoloji ve derin bir sabır gerektiriyor.
…
Haklarını yemeyeyim, ev tadilatı yaparken mesai saati gözetmeden çalışan ustalar oldu. Kendi işlerini zorlaştırmak pahasına sırf daha güzel bir iş ortaya çıksın diye çabaladılar. Sağ olsunlar. Diyorum ya, ustanın iyisine denk gelebilmek için epeyce bir hayır duası almış olmak gerekiyor.
Fakat işlerini iyi yapan ustaların dahi alışkanlık haline getirdiği bir şey var. Görünmeyecek yerlerdeki işleri baştan savmak. Ve hep aynı cümle, zikir gibi dillerde: “Buraya dolap gelecek.”
Hatta yabancı bir memlekette hangi işi Türk ustanın yaptığını anlamak için bile işin görünmeyen kısımlarına bakmanız yeterli olurmuş. O derece nam yapmışız.
Hâlbuki şudur: İşin görünen kısımları kadar görünmeyen yerlerini de iyi yaparsın. İmzanı görünmeyecek yere atarsın. O imzayı işi yapan bilir, bir de yaptıran. Hep o imzayla anılırsın.
STFA’nın kurucuları Sezai Türkeş ve Fevzi Akkaya’ya kulak verelim: “Döktüğünüz beton toprağın altında kalsa bile güzel olmalı.”
…
Bir de sorumluluğu hep başkasına yıkma alışkanlığı var ki bu bizim memlekette kronik hastalık, kanayan yaradır ve bambaşka bir yazı konusudur. “Hata benim, günah benim, suç benim” diyebilen sadece Neşet Ertaş olmuştur herhalde.
Baştan aşağıya terazisiz olan duvarın hesabını ustaya sorsak, “temel yamuk, benlik bir şey yok,” der. Temeli sorsak, “dünya bile tam yuvarlak değil, her işte bir eğrilik oluyor,” der, -haşa-.
İşi yapan usta kadar yaptıranın da kabahati var elbette. İşin kalitesinden önce fiyatını konuşan insanlarız. Belki de “o kadar ekmeğe, bu kadar köfte…” diye düşünüyordur usta.