Küre’ye Veda

2016 yılında Şubat ayı öğretmenlik atamaları için tercih yaparken beni tarihsel, kültürel ve insani olarak besleyecek bir şehrin arayışına girdim. Yaşadığım şehre yakın ya da uzak olması fark etmeksizin bir sıralama yaptım. Doğu Karadeniz’den İç Anadolu’ya, Batı Karadeniz’den Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya… Yozgat’tan Hatay’a, Trabzon’dan Mardin’e…

Askerliğimin acemi birliğini Kastamonu’da yaptığım için Kastamonu’yu da ilave ettim listeye. Öyle ki, okul yahut ilçe araştırmadan listede karşıma çıkan ilk okulu yazdım. Küre Çok Programlı Anadolu Lisesi. Diğer şehirlere bakarken okulun bulunduğu yerin uydu görüntülerini dahi incelerken, Küre Lisesi’ni sadece listede adını görerek yazdım, gitti. 

Nasip bu ya, Küre Çok Programlı Anadolu Lisesi’ne atandım.

Öğretmen olarak atandıktan sonra, göreve başlamak üzere Kastamonu’ya, oradan da Küre’ye doğru yola çıktık. Küre’ye doğru önümüzde bitmeyen bir yol vardı. Ve durmadan artıyordu yükseklik. Seydiler, Devrekani tabelalarını geçtik. Ki o ilçeler merkeze yakınlar. Ağlı, Pınarbaşı, Azdavay, Abana, Bozkurt tabelalarını da gördük. Ama Küre henüz görünürde yoktu… İl merkezinden kırk dakika kadar yol aldıktan sonra Küre’ye ulaştık.

Allah’ım… Kalbimi yerinden sökecek bir güzellik!.. Karadeniz’e özgü bir coğrafya… Ormanların arasında bir vadi. Küre tabelasının oradan baktığınızda bütün ilçeyi görüyorsunuz. İlçe dediğim de 3000 civarı nüfusuyla büyük bir şehirde küçük bir mahalle olur ancak. Fakat coğrafi genişlik açısında kocaman bir alana sahip. Köyler, büyük yer tutuyor.

Küre’ye ilk gittiğimizde mevsimlerden henüz yaz’dı.

Yaz sıcağının yaşanmadığı bir yer. Dağların arasında bir vadi. 

Kardeşimle ilçeyi şöyle bir turladık. Kahvede çay içtik. Yabancı olduğumuzu gören geldi. Sağ olsunlar, selamlarını esirgemediler. Çaya da para almadılar.

Küre Çok Programlı Anadolu Lisesi’ne giderek başlama evraklarımı teslim ederek, önümdeki -en az- üç yıl çalışacağım kurumda görev başlangıcımı yaptım.

Okul müdürüm Semih ÇELEBİ’yle orada tanıştık. Azdavay’dan küçükken bir çıkmış, hayatı boyunca yatılı okumuş, şimdi de kendi deyimiyle “kendisine bir ömür emek veren devletine hizmet eden” biri. -Ki kendisinden çok şey öğrendim.

İlçede ev bulmak sıkıntı olduğu için sağ olsunlar, öğrenci pansiyonunun en üst katında biz öğretmenlere birer oda verdiler. Oda penceresinden Küre Yatılı Bölge Ortaokulu gözüküyordu. Alamut Kalesi gibi, ilçe merkezinin uzağında, ulaşılması zor bir yere kondurmuşlar.

Birkaç ay okulun pansiyonunda kaldıktan sonra bir yönetmelik değişikliği neticesinde ev bulmamız istendi. Diz boyu kar varken günlerce ev baktık. Nihayetinde ben tarih hocası Adnan’ın evine misafir oldum. Hakkını ödeyemem. Evinin kapısını açtı. İzmir’in Kiraz ilçesinden çıkıp gelmiş, mert bir kardeşim.

Üç yılımı dolu dolu yaşadım. Anlaşmazlıklar oldu, kırgınlıklar oldu. Fakat hep üstesinden gelindi.

İsimler hafızamdan tek tek geçiyor. Hakan, Muzaffer, Esat, Mahmut, Umut, Ramazan, Fahrettin… Sonradan dahil olan arkadaşları da sayarsak onlarca öğretmen. Doğup büyüdükleri memleketi geride bırakıp da devlet görevine çıkan, hayata ve olaylara bakışlarıyla her biri bambaşka dünyaların insanları… Buluşma yeri: öğretmenler odası.

Şimdi 3 yılımı geçirdiğim, köy köy dolaştığım, isim isim insanını tanıdığım Küre’ye veda etme vakti.

İlk geldiğimde “ömrümün sonuna kadar yaşarım,” dediğim ilçeden, eşimle birlikte ailelerimize daha yakın olabilmek adına ayrılıyoruz. Dik yokuşlarıyla ve başladıktan sonra asla durmayan kar yağışlarıyla hatırlayacağım Küre’yi.

Kar’ın adam boyu yağdığı zamanları gördük…

Kar bahsi komik… Güzel, güneşli günlerin ardından bir anda hava değişti. İlk senem… Hep bahar, hep yaz olacak sanıyordum halbuki. İlk kar yağdığında şöyle bir dokundu geçti. Olur, dedik, İzmit’e de bu kadar yağıyordu… Sonraki günlerde öyle bir başladı ki, günlerce devam etti! Yağdı da yağdı… Sanırsın Cenevizlilerden bu yana yağıyor.

Küre’de her yer dik. Bir yerden bir yere giderken ya bayır çıkıyorsun ya da bayır iniyorsun. Kar yağdıktan sonrasında ise yürümeyi değil, kaymayı tercih ettik. Mecburen!

Ayakta duramadık kış boyunca 🙂

Kar dediğin Mayıs ayında bile yağar mı kardeşim! Yağdı…

Ama bir şehrin boydan boya beyaza bürününce ne kadar güzel olabileceğini de gösterdi. Zorlukların yanında güzellikler de vardı.

Küre’ye yalnız geldim, İzmit’e eşimle döndüm. Küre benim için özel derken, şaka yapmıyorum! Nasip, nasibi kovalıyor… 

Küre’ye ilk girerken yaşadığım heyecanın tam zıttı duyguları Küre’den giderken yaşadım.

Gelmek kolay oluyor da gitmek hep zor…

Tabelayı geride bırakırken yaşadığım hüznü, tabela önünde fotoğraf çekilerek atmaya çalışıyorum. “Hadi nüfustan bir kişi düşelim :)”

Velhasıl… Küre maceramız sonlandı. Bir daha ne zaman görürüm, bilemem. Kastamonu’da yaşadığım yıllarda birçok ilçe gezdim, doğa harikası yerler gördüm… 19 ilçenin 2’si hariç hepsine gittim. Fakat yine yıllar evveline dönüp yeniden tercih yapsam, tekrar Küre yazardım.

Küre’ye dair anılarımın silinmemesi için elime kalem aldıkça notlar tutuyor, fotoğraflarımı toparlıyorum… İlk görev yerim, ilk heyecanım…

Öğretmen arkadaşlardan özellikle beraber atandığımız arkadaşlara, mangal ekibine tek tek teşekkür etmem gerek. Güzel anılarıma ortak oldular…

Öğrenci pansiyonunda üç sene boyunca nöbet tuttuğumuz arkadaşlar hakeza…

Bize nöbet gecelerinde çay demleyen Adnan’ıma hayat boyu vefa borçluyum. Herkes gittikten sonra geriye kalan Esat, Mahmut, Fahrettin, Umut, Ramazan… Hepsine…

Okul müdürüm Semih ÇELEBİ’ye ne kadar teşekkür etsem az. İnsani yönü güçlü, zaman zaman anlaşmazlığa düşsek de hep orta yolu bulmaya gayretli, kıymetli bir abi oldu. 20 yıllık meslek tecrübesinden bizleri faydalandırdı.

Uğur Hoca, beni Küre’de karşılayan ilk kişiydi. Küreli. Herkes gitse, o kalır okulda. Yani Uğur Hoca emekli olmadığı sürece, Küre’de içecek bir çayımız hep olur. Kıymetli bir abi.

Küre Kaymakamımız Sn. Fatih KAYABAŞI… Teşekkür etmezsek eksik kalır. Öğrencilerimizle her hafta kütüphanede buluştu. Birlikte kitaplar okuduk. Dertlerimizi dinledi. Okul kütüphanemize yüzlerce kitap temin etti. Şimdi başka bir ilçede görevli ama o kütüphaneye her giren kişi, Kaymakamımızın hayır duası edecektir. Hayat boyu başarılar diliyorum kendisine. Umarım yeniden bir ilçede yahut ilde karşılaşırız.

İşte böyle… Yazıya oturduktan sonra sayfalar dolusu yazdım, yazdım. Güzel şeyler dile gelince, kalem de yazdıkça yazıyor… Fakat bir noktada bağlamam gerekiyor cümlelerimi.

Yoksa daha yazacak çok anı var. Yiyecek İçecek öğretmeni Umut Ak mesela. Diyarbakır’dan İstanbul’a, oradan Kastamonu’ya uzanan bir hayat hikayesi… Yazmakla bitmez. 3 sene boyunca hemen her gün yiyecek atölyesinde öğrencileriyle yaptığı yemekleri, tatlıları ikram etti. Aldığım kilolardan biraz da Umut sorumlu (:

Yiyecek İçecek öğretmenini andık ya, son satırları yemek üzerine yazalım madem. Şöyle diyelim:

Küre’ye yolu düşecek arkadaşlar muhakkak Küre mantısını yesinler. Ersizlerde tarafında Ecevit çorbasını içsinler. Bolkepçe Lokantası’nda pazartesi ve cuma günleri çıkan döneri yemeyi ihmal etmesinler. Küre’ye yolum düşecekse döner günlerinde düşmesini tercih ederim. Pide de gayet güzel. İlçede sadece bir lokanta, bir de pideci var. İkisi de öyle güzeldi ki, bu cümleyi yazarken kokuları burnuma geldi… Ersizlerdere kanyonuna uğramadan da dönmesinler.

Ne dersiniz? Belki Küre’ye yeniden yolumuz düşer… Aynı insanlarla olmadıktan sonra aynı lezzeti vermez muhakkak ama en azından şöyle bir anıları yâd ederiz…

Related Posts

2 Responses
  1. […] İzmit’ten İstanbul’a gitmiş, kalemi almıştım. Sonrasında öğretmen olarak Kastamonu, Küre‘ye tayin olunca kalemlerden uzak kaldım. Mecburen, denemeden, internet üzerinden kalem […]

  2. Mehmet Niyazi Muş

    Bindokuzyüzellaltı yılı Ekim ayında babamın tayini nedeniyle anne, baba ve üç kardeşten oluşan ailemiz Küre’ye gittik.. O zamanlar Küre 1000 nüfuslu, şehrin başı ve sonu arası 1 km olan bir kaza(ilçe) idi. Şehrin Kastamonu tarafında ilk bina tek katlı (son gördüğümde iki katlı olmuş) Orman İdaresi, İnebolu tarafında ise elektrik trafosu vardı. Orman idaresinden aşağı yukarı 100-150 metre sonra bizim oturduğumuz e. İki katlı evin alt katı Etibank’a ait Küre Pirit İşletmesi, üst katı da bizim oturduğumuz lojmandı.
    Okulumuz şehrin tam ortasında, şimdilerde Küre Belediyesi olan binaydı. Bizim okulun hemen yanında Küre Ortaokulu vardı. Gittiğimizde ben ilkokul 2. sınıfta okuyordum. Öğretmenimiz Kemal Bey’di. Beni zeki ve çalışkan bulur ve çok severdi. Eşi de öğretmendi ve benden ikibuçuk yaş büyük kız kardeşimin öğretmeniydi. Başka da öğretmen yoktu okulda. 5 sınıfı da bu iki öğretmen okuturdu. Her ikisi de çok başarılı ve fedakar insanlardı. 2010 yılında eşi ölmüştü ama Kemal Bey yaşıyordu. Görmeyi çok arzu etmeme rağmen, Inebolu’daki evinin kapısına bağlı iki Doberman köpek yüzünden içeri girip hocamın elini öpmeyi başaramadım. Sesimi de duyuramadım çok üzgünüm. Onu tanıyan bir Eczacı bana hocamın ileri derecede demans hastası olması nedeniyle beni tanimayacağını söyleyerek üzüntümü hafifletti.
    Sınıfımızda Hasan isminde Küre’nin yerlisi bir çocuk vardı. Çok çalışkandı, hatta benden bile daha fazla. Sonradan öğrendim, Orman Mühendisi olmuş ama Küre’de yaşamadığı için onu da göremedim. Bazı yazlar Ķüre’ye geliyormuş. Dördüncü sınıftayken Kemal Hoca uygulamalı Yurttaşlık Bilgisi dersi yapıyordu( 4 ve 5. sıniflar birarada). Tüm öğrenciler milletvekili, hocamız geçici meclis başkanı. Zamanın yönetim şekli ile birilerini aday gösterip öğrencilerin oyu ile belli makamlara getiriyordu. Ben ve arkadaşlarım her seferinde parmak kaldırıp aday olmak istiyorduk ama hoca bize hiç bakmiyordu bile. Ağlamaklı olmuştum ki, sıra Cumhurbaskanlığı’na geldi ve hoca beni aday yaptı. Arkadaşlarım beni çok severdi ve büyük bir oy farkı ile Cumhurbaşkanı seçildim. O günkü sevincimi unutamam. Kızkardeşim o zaman 5. sınıfta idi ve o gün aynı dersteydik. Beni çok kıskanmış olmalı ki, eve kadar benimle hiç konuşmadan yürüdü. Babam akşam uzeri hocaya rastlamış ve benim olayımı ondan öğrenmiş. Eve gelince kızkardeşımi çağırıp bunu neden kendisinden sakladığını sorup kızmıştı.
    Bındokuzyüzellidokuz yılında Ankara’ya tayinimiz çıktı. Babam Ocak ayında dozer eşliğinde karla mücadele ederek Ankara’ya gitti. Annem ve kardeşlerimle biz ancak Nisan ayinda karlar eriyip yollar açılınca gidebildik. Kar çok yağardı Küre’ye. Bazen 2 metreyi geçerdi kar kalınlığı. Gittiğimiz yıl hiç unutmam, 1 Kasım günü akşam üzeri kar başladı. Hemen üç kardeş sokağa fırladık kar topu oynayalım diye. Ama yarım saatte kar diz boyu olunca bizi hemen içeri aldılar. Yağış o yağış, bir daha toprağı ancak baharda görebildik. Okulun bahçesi okulun pencerelerini geçecek kadar karla dolardı. Okulun hademesi duvarların yanında tünel açmak zorunda kalırdı, öğrenciler okula girip çıkabilsin diye. Ama hiçbir gün kar tatili hatırlamam. Arkadaşlarımla kışın kızak, yazın tahta tekerlekli araba ile oynardık. Çocukluğumun en güzel yılları idi o zamanlar. Hala özlemle anıyorum.
    İkıbinon yılında bir vesile ile eşim, kızım ve torununa Küre’ye gittim. Hemen hemen hemen 50 yıl önceki Küre aynen duruyordu. Evimiz belli ki tadilat görmüş7, dimdik ayakta duruyordu. Orman İdaresi, Askerlik Şubesi aynen duruyordu. Nasıl sevindiğimi anlatamam. Ama karşılaştığım insanlar hep gençti ve benim hatirlayabileceğim hiç kimse yoktu ortada. Bu da bir hayal kırıklığı oldu tabii ki. Hasan’ın Orman Mühendisi olduğunu Küre eski belediye başkanı olan beyden öğrendim. Ecevit çorbasını ve Ecevit’in hanını ona sordum, hanın yıkıldığını ve oraya otel yapıldığını, orayı da kendisinin işlettiğini söyledi. Davet etti, gittik çorbamızı içip yemeğimizi yedik. Benim için çok özel bir nostalji oldu, 51 yıl sonra Küre’yi görmek.

Leave a Reply

My New Stories